2. BÖLÜM
2. ❝ACILI GÖZLER.❞
Yıldızlı geceler,
Deniz gözlerine indi.
Ben de böyle inandım,
Hava ve suyun birleştiğine.
Kendime karşı hiçbir şey hissetmiyor oluşumu değiştiren o saniyelerdi. Kalbim, duyan birisi olmamasına rağmen hızlanmaya başlamıştı. Gerçeklikle rüya arasındaki çizgiyi kaybedip kaybetmediğimi anlamak için yatağa geri uzanıp gözlerimi kapattım ve tekrar uyuma pozisyonu aldım. Birkaç saniye sonra vücudumda boşluk açılıyormuş gibi bir vuruş hissednice gözlerimi tekrar açıp baktım. Gece yukarıdan bana bakıyordu. "N'apıyorsun?"
"Gerçekle sanrıyı ayırt etmeye çalışıyorum."
"Karmen, rüya değil. Gerçek. Kız burada."
Yataktan bir daha doğruldum ve gözlerimi ayırmadan kazağın üstündeki bebeğe baktım. Derin uykuda görünüyordu. Üzerinde açık pembe renginde eşofman takımı vardı, saçlarında da küçük, renkli lastikler. Kendisine ilk defa bu kadar yakından baktığıma inanamayıp kaşlarımı çattım ama birkaç saniye sonra yüzünün güzelliğine gülümsemeye başlayınca, kolumdan tutulup sertçe çekildim. Gece beni karşısına alıp, "Kız burada n'apıyor?" diye bağırdı.
"Uyuyor, bağırma," dedim kolumu kendime çekerek. "Ağlayarak uyanır."
"Dalga mı geçiyorsun? Gerçekten şu dakika önemli olan bu mu? Kız bizim evde Karmen, onu kaçırmışsın." Böyle söylemesine rağmen sesini alçaltmasıyla birlikte, kızı uyandırmaktan duyduğum endişe hafifledi ve düşünmeye başlayıp ona, "Ben kaçırmadım," dedim anlam veremeyerek. "En azından hatırlamıyorum. Hem... Güneş batmak üzere, gece uyumuştum, kaç saattir uyuyorum..." başımı çevirip saate doğru baktım. Öğleden sonra beş buçuk olmuştu. Fakat sorguladım, nasıl olabilirdi? Neredeyse yirmi saattir mi uyuyordum?
Gece, yaptığım açıklamaya inanamıyormuş gibi, "Nasıl hatırlamıyorsun?" dedi, sesinden korktuğu belliydi. Kalbinin küt küt attığını neredeyse duyuyordum. "Karmen... Daha önce de, sonradan hatırlamadığın şeyler yaptın. Fakat bu... Çok ciddi, şu an bir suç işliyoruz. Lütfen düşünmeye çalış: en son hatırladığın şey ne?"
"Uyuduğum. Sen ilaçlarımı vermiştin ve ben uyumuştum Gece... En son hatırladığım bu," dedim kalbim heyecanla çarpmaya devam ederken. Gizli bir duygu bunun nasıl olduğundan çok yalnızca Nil'in burada, yanımda olduğuyla ilgileniyordu.
"Dün geceyi hatırlıyorsun. Tamam, dün gece... Daha sonra ne oldu da bu kız yanımızda?" Susup Nil'e baktıktan sonra gözlerime kilitlendi. "Karmen gerçekten hatırlamıyor musun?"
Yalan söylediğimi düşünüyordu.
"Kaçırdığımı senden gizleyecek olsam direkt yapardım bu numarayı. Dün seni parka götürüp kaçırmayı istediğimi ifşa etmezdim."
Panikle odanın içinde volta atmaya başlarken, "İlaçlarını düzenli almıyorsun, bu yüzden rahatsızlığın devam ediyor, hatırlamıyorsun," dedi. "Peki şimdi ne yapacağız? Kızı fark edilmeden nasıl kaçırabildin... Babası ilgisiz bir şeydi, bir anda mı yaptın? Allah aşkına Karmen, hiç mi hatırlamıyorsun?"
Omzumu silkerek Nil'e baktım. “Hatırlamıyorum."
"Gülüyor ya, çıldıracağım... Ya birisi gördüyse? Sen hatırlamıyorsun ama kaçırmışsan fark edilmiştir." Ses tonu titreyerek yükselmeye başladığında kendisine baktım. "Kameraya falan yakalanmış olmalısın. Ailesi çoktan polise haber vermiştir. Polislerin yapacağı ilk şey olay yerindeki kameralara bakmak olacak..." stajını gazetecilik üzerine yaptığı için bunlar hakkında bilgileri vardı. "Hadi, gidip kızı polise teslim edelim. Hasta raporun var. Hastanede yatmışlığın da. Kızı da hemen götüreceğimiz için sana bir şey olmayacaktır..."
"Hayır," dedim ona yaklaşıp sağa sola savurduğu ellerini tutarken. Sesim kısıldı ve yüzüm, gözlerim şeffaflaştı. "Kızı kaçırdığımı öğrendiklerinde, bu kadar kötü davrandığım için beni tekrardan hastaneye kapatmak isteyeceklerdir. Oradan nefret ediyorum, bir daha kalamam... Hem... Nil'in benimle kalmasını istiyorum. Bak, huzurlu görünüyor. Babasının yanında olmadığı kadar."
Ona bu şekilde yaklaşmamdan rahatsız olup hızla uzaklaştı ve olmaz, dercesine başını sallarken, "Babası iyi olmayabilir, ki bunu yalnızca uzaktan izleyerek anlayamayız," dedi alçak sesle. "Ama annesi de var Karmen. Sen de bir annesin. O kadının neler hissedeceğini düşünsene... Kendin nasıl hissettin, hatırlasana."
"Ben... Ben kıza bir şey yapmayacağım," dedim, çok aptalca bir savunma olduğunu fark edince de kendime öfke duydum.
"Bu kadın nereden bilecek? Dünya iyisi gibi davranabilirsin ama fark etmez, onun bir annesi var."
"Ya yoksa?" dedim tekrar yaklaşarak. "Belki ölmüştür."
"Allah aşkına, mantıklı şeyler söylemeye başlar mısın artık? Ölmüşse n'olmuş? Babası var! Babası kötüyse dedesi, nenesi vardır. Onlar yoksa teyzesi halası vardır..." sesini yükseltmeye başladığını fark edince elini dudağına yaslayıp sakinleşmeye çalıştı ve sonra derin nefesler aldı. "Bize mi kaldı Karmen? Bu çocuğu düşünmek bize mi kaldı? Kalmadı. Götürüp teslim etmeliyiz."
Odadan çıkmak üzere arkasını dönmeye yeltenince elinden tutup iki elimle birlikte sıkıca kavradım ve gözlerine bakarak, "Birkaç gün," diye fısıldadım aklıma geldiği gibi. "Yalnızca birkaç gün benimle kalsın. Sonra polise teslim ederiz. Lütfen Gece, benim için bunu yap. Bir kereliğine, son bir kereliğine mutlu hissedeyim, yalvarırım... Yalvarırım... Bir daha söylüyorum, yalvarırım." Yutkundum. "İstersen dizlerine bile kapanırım, istediğin ne varsa yaparım."
"Karmen, n'apıyorsun?" dedi, yalvarmam karşısında irkilip ellerinden tutmama karşılık verirken. "Yalvarma, saçmalama... Bak..." ellerimden tuttuğu için beni odadan kolayca koridora çıkardı ve alçak sesle konuşmaya devam etti. "Ben parka gideyim, etrafı kolaçan edeyim. Kamera falan varsa halledeyim, etrafta polis var mı bakayım. Dönünce düşünelim tamam mı?"
Gözlerim omzunun üzerinden koridorun diğer ucuna kayınca Gece'de arkasına döndü ve takım elbise içinde dikilen şoförünü görüp, "Onun da haberi var," dedi. Ellerimi bırakıp arkasını döndüğü gibi sokak kapısına ilerledi. "Ve şimdi benimle geliyor."
Şoförü elinde tuttuğu ceketi Gece'ye uzattığında, "Ona güvenebilir miyiz?" diye sordum.
Gece ceketini giyip kapıyı açarken, "Çocuğu gördü, başka şansımız yok," dedi ve şoförüne doğru bir bakış attı. Onu çok az tanımama rağmen adamın bu konuşulanlara sessiz kalacağını düşündüm ve tıpkı öyle oldu. Adam açık kapıdan dışarıya çıkıp asansörü çağırırken omzunun üzerinden Gece'ye baktı. "Çabuk giy ayakkabılarını, binip gideceğim yoksa."
Gece botlarının fermuarını çekerken telaş yaptı ve adam gelen asansöre binerken bana dönüp, "Sakın başka bir delilik yapma Karmen," dedi. Ardından doğrulup hızla asansöre koştu, kapanmak üzereyken yetişti ve içeriye girerken şoförüne söylenmeye başladı. Adam alışkın şekilde ona bakarken de kapılar kapandı.
Sokak kapısını örtüp sırtımı kapıya yasladım, coşkuyla nefes alıp vermeye başladım. O saniyelerde koridor duvarları üzerime düşüyor gibi geliyordu. Hareket etmek zaman aldı ve koridorda yürüyüp odamın kapısı önünde durunca nefes almayı bile bıraktım. Gözlerimi hareket ettirip yatağa inanamayarak baktım ama Nil'i göremediğimde kalbim yerinden oynadı.
Evet, öyle; her şey rüya.
Belki az önce kapıdan çıkan Gece değil, kafamda oluşturduğum hayali kahramandı.
İçeriye bir adım gittim ve aynı zamanda nefes sesi duyunca da irkilip başımı çevirdim. Nil'i, Karina'nın beşiğinin yanında gördüm. Gözbebeklerini kocaman açmış, bana bakıyordu. Gerçeklik ve rüya arasındaki değişim saniyeler içinde olduğu için uyum sağlamakta zorlandım ve ağzımı açıp kapattım. Nil gerçekten evimdeydi fakat şimdi ona nasıl davranacağımı bilmiyordum.
Beşik ona tanıdık gelen tek şey olmalıydı, belki de bu yüzden beşiğe yaklaşmıştı. Eliyle de beşiğe tutunmuştu, diğer elinin baş parmağı da ağzının içindeydi. Hayatta ilk kez birisine, onu korkutmaktan kaygı duyarak yaklaştım ve önünde durup eğildim, söyleyeceğim ilk kelimenin ne olacağını birkaç saniye düşündüm. "Merhaba."
Sesime tepki olarak gözlerini biraz daha büyüttü ve bakışlarını yüzümde meraklı şekilde dolaştırıp başını önüne eğdi. Tanımadığı biri olduğumu fark etmesinin korkusu kalbini incitti mi, merak ettim. "Nasılsın?" diye sordum bu kez.
Başını kaldırmadan upuzun kirpiklerinin arasından baktı ve sonra tekrar bakışlarını yere eğip beşiğin ahşap kenarını tuttu. Korkuyor olmalıydı, bu yüzden doğrulup ondan uzaklaştım ve bir gülümsemeyi ayırt edebileceğini düşünüp gülümsedim. "Anladım, sen henüz konuşmayı bilmiyorsun."
Seyrek kaşları çatıldı ve yüzünü biraz daha eğip parmak uçlarında yükselince beşiğin içine bakmaya çalıştığını anladım. Başka bir evde olduğunu anlamış olabilirdi, tek tanıdık gelen şey olan beşiğe binmek istiyordu. Onu beşiğin içine koyup koymamakta kararsız kalırken hareket ettiğini gördüm ve beşikten uzaklaşıp parmağını ısırarak odanın çıkışına ilerlediğinde, arkasından sessizce yürüdüm. Koridora çıktığında kafasını sağa sola çevirip bakındı, ardından kapısı açık olan mutfağa girdi ve birini veya aradığı şeyi göremeyerek oradan çıktı. Koridorda yürümeye devam etmeden önce omzunun üstünden bana bakıp gözlerini kırpıştırdı. O ifadenin ardındaki yüz birden değişti ve Karina'nın aynı şekilde kırpıştırdığı kahverengi gözleri yıldızsız geceler gibi karanlıkla kapladı kalbimi. Denizler böyle karanlıkta kalır, gökyüzündeki yıldızlar ölünce.
Sonra o tekrar yürüyüp bu kez oturma odasına geçti ve içeriye girip etrafına baktı, koltukların arkasına ilerleyip başını eğince gerçekten birisini aradığını anladım. Belki de anne ile babasını arıyordu, eminim ki onları istiyordu. Bir zamanlar Karina'nın bana ihtiyaç duyduğu gibi, o da şimdi annesine ihtiyaç duyuyordu.
Ve anladım: onun canını yakmayacak olmam bir cani olduğumu değiştirmeyecekti.
Tekrar baktığımda elinde oyuncak tuttuğunu gördüm. Karina'nın oyuncak hayvanlarından birisiydi. O oyuncağın koltuğun altına kaçtığını görmemiştim bile. İçeriye girip ona yaklaştığımda kafasını arkaya atıp bana doğru baktı. Kuru bir gülümsemeyle, "O Karina'nın," dedim. "Ama istersen senin olabilir."
Elindeki peluş köpeğe bakıp odanın kapısına ilerleyince ben de arkasından yürüdüm, tekrardan evde birisini aradığını anlayınca ona ne yaptığımı fark etmeye başladım. Mutfağa girdi ama bu kez hemen çıkmadı, siyah parlak tezgâha yaklaşıp parmak uçlarında yükselince, "Ne istiyorsun?" diyerek kendisine yaklaştım. Gözlerini, su bardağından çekip bana kaydırınca da su içmek istediğini anlayıp rafa uzandım, indirdiğim bardağa sürahideki suyu koyup ona uzattım. "Ne istersen söyleyebilirsin."
Karina için aldığım renkli bardağı kavrayıp suyu kana kana içtiğinde onu bu kadar susuz bıraktığım için kendime söylendim. Bardağı tezgâha bırakıp peluş köpeği tekrar göğsüne koydu ve mutfaktan ayrılırken koştu. Odaya döndüğünü görünce ona, "Nil," diye seslendim. Ve sanki gerçekten kızıma sesleniyormuş gibi hissedince heveslendim. Nil, sesine tepki olarak başını bana çevirdiğinde, "Koşma, düşersin," dedim.
Odaya girdiğinde başımı kapıdan içeriye uzattım, yatağın üzerindeki montunu tanıyıp almak için yatağa tırmandığını gördüm. Ben de montunu yeni fark etmiştim, montunu çıkarıp öyle yatırmış olmalıydım ama tek bir anını bile hatırlamıyordum. Montunu alıp ona verdiğimde, yatağa tırmanmaktan vazgeçti ve peluşu yatağa bırakıp montu çekti, iç kısmına bakarken gözleri ilgili bir hal aldı. Küçük tepkileri beni gülümsetiyordu, bugün aylardır gülümsemediğim kadar gülümsemiştim. Montun içindeki bir cebi açıp kâğıt çıkardığında eğilip ne olduğuna baktım, kâğıdı bana uzatıp, "Babam," dedi.
Kâğıdı açıp baktığımda bir numara yazdığını gördüm. Bunu ona babası öğretmişti. Herhangi bir durumda kendisine ulaşılması için. O adamdan bu ince düşünceyi beklemediğim için garipsedim, acaba hakkında yanılıyor muyum diye düşündüm. O an bir farkındalık yaşadım. Ne zaman görsem bu montu giydiğini hatırladım, içinde babasının yazdığı numara olduğu için üzerine hep bunu giyiyordu. "Çok akıllısın Nil, çok... Demek baban sana böyle öğretti. Onu aramamı mı istiyorsun?"
Başını hızlı hızlı sallaması karşısında çok rahatsız hissettim. Babasını mı istiyordu sahiden? Ah, tabi isterdi, o henüz bebekti... Gözlerine yeniden bakınca onunla yaşayacağım şeylerin bu kadarla sınırlı kalacağını anladım.
Şimdi ona yaşattığıma bakıyorum da...
Öldüğümde kemikleriyle gömülen kalpsiz birisi olacağım.
"Benden korkmuyor gibisin... Seni kaçırdıysam benden neden korkmuyorsun?" Dizlerim üzerinden kalkıp yatağın kenarına otururken hatırlamaya çalışmak adına gözlerimi sımsıkı kapattım. Anıları, saatlerle beraber çağırdım ama zihnimde yalnızca boşluk vardı. "Nasıl yaptığımı sen hatırlıyor musun Nil? Sana ne söyledim? Seni kandırdım mı? Neden geldin benimle?"
Peluş köpeğinin kulağını kemirip bana hiçbir şey anlamadan bakınca, peluşu dişleri arasından çektim. "Dişlerin acır."
Salyası çenesine akınca elinin tersiyle çenesini sildi ve dişlerini bana gösterdi. Peluşu benden aldığındaysa, "Köpekleri seviyor musun?" diye sordum.
"Hav hav," diye bir köpek sesi çıkarıp güldü.
İlk kez bana gülüşüne tanık oldum. Karina'nın ilk gülümsediği ânı bununla beraber hatırladım. Birkaç aylıktı ve yüz kaslarını kullanabilmeyi öğrenmişti, yataktan düştüğümü görüp gülümsemişti. O gülümsemenin üzerinden iki yıldan fazla zaman geçmişti. Birbirimize gülümsediğimiz o günlerin üzerini kan ve gözyaşı ıslatmıştı.
Nil'in yüzünde Karina'yı görmeye son vermek için başımı iki yana sallarken, bakışlarım bir noktada kaldı ve elim hızla uzandı. Nil'in kolunu yumuşakça tutup bileğinin iki santim kadar üzerinde duran morarmaya baktım. Bileğinde, ince bir şerit halindeydi morluk. Birisi sert şekilde tutmuştu. "Acıyor mu?" diye sordum.
İze uzun uzun bakıp, "Babama söyleme," dedi.
Neden babasından saklamak istiyordu? Öyleyse babası yapmamıştı. O zaman kim? Aynı evde babası ve annesiyle yaşıyordur, babası olmadığına göre annesi mi... İze bakarken içimden öpesim geldi ama kolunu bırakıp başka bir şey sordum. "Annen nerede?"
"Gidiyoy, sonra geliyor, yine gidiyoy..." başını çevirip pencereyi gösterdi. Söylediklerini anlamaya çalışırken gösterdiğiyle ne kastettiğini anlamaya çalıştım. Pencere veya dışarısı... Ben de onun gibi pencereden dışarıya, kararmaya başlayan gökyüzüne baktım ve sonra başımı salladım. "Uçaktan bahsediyorsun sanırım."
Uçak kelimesi kendisine tanıdık gelmiş gibi bir tepki verdi ama emin olamadım. Bileğine yeniden bakınca izi görmek canımı acıttı, kıyafetiyle örtüp peluşa uzandım ve ağzından çıkardım. "Dişlerin acır dedim ya sana..."
Salyalarını akıtıp tekrar güldü. "Ağzın bozuk senin," dedi. Elini götürüp ağzıma dokundu.
"Bu ne demek," dedim şaşkınca ve ancak sonra fark ettim, konuşmamdaki aksanı garipsediğini. İtalyan olduğum için Türkçe kelimeleri hâlâ net telaffuz edemiyordum ve o bunu, bozuk olarak tarif ediyordu. "Doğru, bozuk," dedim fısıltıyla. "Diyene bak, senin dediklerinin yarısı anlaşılmıyor bile güzelim." Bana yaptığını yanıp ben de onun ağzına dokundum. "Senin de ağzın bozuk."
Kıkırdayınca içimde inanılmaz heyecan hissettim. Ama sonra gülüşünün benzerliğiyle o heyecan bir hüzün denizi içinde kayboldu. O heyecana tutunmayı denedim ama hüzün her saniye çoğaldı, umut yüreğimden intihar etti. "Aç mısın?" sorusunu sordum.
Ellerini iki yana açıp, "Ne yiyeceğim ki?" dedi.
Hakikaten, bu kız ne yiyecekti? Dolap bomboştu. "Ne seversin?"
"Çikolata ama annem kızar..." montunu alıp giymeye başladığını görünce, "Nereye?" diye sordum, endişelenerek. Sanki bir yetişkin gibi evden çıkıp gitmesinden korkarak.
"Soğuk," diyerek montunun kollarını giymeye çalıştığında yerimden fırlayıp, "Özür dilerim, kombiyi yakmak hiç aklıma gelmedi," dedim. Kendime karşı hiçbir hissim olmadığı gibi sıcak tutma arzum da yoktu. Bu yüzden kombi kapalıydı. Kombiyi yakıp odaya geri döndüm ve peteğe dokunup, "Ev birazdan ısınacak," dedim. "Çok mu üşüdün?"
Yanına ilerleyip ona yardımcı olurken, "Yok yok, biyazcık üşüdüm," dedi kafasını yana eğerek. R harfini bazen çıkaramıyordu ama Karina'dan alışkın olduğum için dediklerini anlıyordum. "Senin adın ne?"
Parmaklarımı fermuarından çekerek gözlerimi meraklı gözlerine kaldırdım. "Doğru ya, adımı söylemedim sana. Demek seni getirirken de söylemedim adımı... Karmen benim adım, İtalyan'ca."
"Ne?" dedi anlamayarak.
Heceleyerek, "Kar men," dedim.
"Karmen," dedi, benim gibi heceleyerek. "Babamı tanıyoy musun? Ne zaman gelecek?"
Birçok cümlesinde babasını geçiriyordu. Onu sevdiği için mi? Ondan korktuğu için mi? Telefonumu alıp koridora çıktım ve gözlerimi Nil'den ayırmadan son aramalarıma girdim. Gece'yi aradım fakat cevap vermedi. Bu yüzden mesaj çektim.
Eve dönerken kız için yiyecek bir şeyler alır mısın? Bir de çikolata. Onu bırakıp dışarıya çıkamıyorum.
Telefonu arka cebime atıp odanın kapısına yürüdüm. Nil bu kez montunun fermuarını indiriyordu, daralmış olmalıydı. Ürkütmeden yaklaşıp yardımcı olduğumda, "Senin kızın mı var?" dedi bana.
Kalbim alçaldı ve düştü göğüs kafesimden. Küçücük bu kız beni itmiş gibi geriye çekilip bakışlarını takip ettim. Karina'nın çerçeve içindeki gülümseyen fotoğrafına bakıyordu. Her şeyin; dört köşeli bir küçük çerçevenin ve yanan kalbinin içinde.
"Evet," diyerek Nil'e tekrar uzandım ve montunu çıkarıp yatağa bıraktıktan sonra komodindeki çerçeveyi aldım, Karina'yı izledim.
Seni benden çekip aldıklarına hâlâ inanamıyorum. Keşke kalbimi yerinden çıkarıp seni orada saklasaydım.
"Adı ne?"
Nil’de fotoğrafa bakmaya başladığında onun yuvarlak yüzüne baktım. Yanakları tombuldu, üst dudağı alt dudağından daha kalın duruyordu ve ancak yakından bakınca birkaç çili olduğunu görmüştüm. Kirpikleri neredeyse yüreğime uzanacaktı, çok uzun ve kıvrımlıydı. Ona yukarıdan baktığımı gördüğünde gözlerini kaldırıp yüreğime değen kirpiklerini kırpıştırdı. "Karina," dedim. Ve sonra düşündüm. Karina bunu ister miydi? Burada olsa kıskanır mıydı? Bana daha da darılır mıydı?
Çerçeveyle beraber yataktan kalkıp odadan çıktım ama koridordan daha uzağa gidemedim. Gözlerimi Nil'den çekmek istemiyordum. Duvara yaslanıp çerçeveyi kalbime doğru bastırdım. Bazen yürürken dahi yorgun düşüyorum, eğilip kaldırımın kenarına oturuyorum. Bazen de konuşurken bir anda her şey anlamını kaybediyor, cümlelerimi bitiremiyorum, yarım bırakıyorum.
Ne kadar vakit geçti bilmiyorum fakat Nil yatakta yalnız olmaktan sıkılmış gibi aşağıya inip paytak adımlarla yanıma geldi. Bir süre karşımda durup sonra yanıma oturdu. Oturmak bile onu nefes nefese bıraktı ve oflayıp elini omzumdan çektiğinde, "Montunu yine giydin, çok mu seviyorsun?" diye sordum.
Ellerini çırptı. "Babam aldı."
Babasına aşık bir kız gibi davranıyordu... Babasının ona davranışlarının aksine.
"Ne zaman gelecek?" diye sordu bu kez.
"Kim?"
"Babam."
Onu mu bekliyordu? Tabi bekleyecekti. O bir çocuktu, kaçırıldığının farkında değildi. Pek bir şey söyleyemedim, önüme dönüp karşımdaki duvara baktım. Bu kez benimle konuşmak isteyen kendisi oldu ve, "Kızın gelsin de oyun oynayalım," dedi heyecanla.
Yutkundum. "Senin hiç arkadaşın var mı?"
Ellerini iki yana açıp, "Yok ki," dedi ve sonra bir saniyede gözleri parladı. "Utku vay! Utku!"
Belki parkta tanıştığı bir çocuk olabilirdi, ya da kardeşi... Sahi belki de kardeşi vardı fakat babası parka yalnızca onu getirdiği için bu zamana kadar kardeşi olacağını düşünmemiştim. Konuşabilse de bana istediğim cevapları veremeyecekti. Bu yüzden tekrar sustum.
Koridoru yavaş yavaş karanlık kapladığında kendim için kılımı kıpırdatmayı istemesem de Nil'in korkabileceğini düşünüp kalktım ve koridor ışığını yaktım. Daha sonrasında onu kucakladım, salona taşırken ilgiyle yüzümü izlediğini fark ettim. Belki de yüzümü hafızasında arıyordu ama beni daha önce tanımıyordu.
Onu koltuğa bıraktığım an sokak kapısının kilidi döndü ve vücudum doğruldu. Başımı, Nil gibi merakla kapıya çevirdim ve Gece koridorda ilerleyip salonun önünden geçerken burada olduğumu fark edip durdu. Önce bana, ardından Nil'e bakarak içeriye girerken, şoförü Yaman onu takip etti.
"N'oldu?" diye sordum.
Nil'in güldüğünü duydum ve dönüp baktım. Gece'ye bakarak kıkırdıyordu. Kaşlarımı çattım ve şoför, koltuğa yaklaşıp Nil'in yanına oturunca, Gece bana dönüp, "Konuşalım," dedi.
Başımı salladım ve beraber koridora çıktık. Bakış açıma Nil'i alarak sırtımı duvara yasladım ve Gece koridorda düşünceli şekilde dolaşırken, "Parkı gören tüm kameraları hallettik," diye fısıldadı. "Büfedeki kamera kayıtlarını gazeteci olduğumu söyleyerek aldım, mobese kameralarını da Yaman halletti." Ona onay vererek başımı salladığımda benimle göz teması kurarak, "Fakat daha büyük bir sorunumuz var," diye devam etti.
"Nedir?" dedim Nil'in Yaman'a çekingen şekilde bakıp ellerini montunun cebine koymasını izlerken. Montuna sığınması çok tatlı geldiği için gülümsedim. "Çocuğun ailesinin kim olduğunu öğrendim."
Kaşlarımı çattım. "Bu kadar çabuk?"
"Bu kadar çabuk çünkü..." sesinin tonunu biraz daha alçaltıp korkuyla fısıldadı. "Kız... Çok ünlü bir gazetecinin torunu. Adam tüm emniyeti ayağa kaldırmış durumda. Ülkede inanılmaz ünü var. Kızı daha bugün kaçırdın ama akşam haberlerine servis etmek için hazırlıyorlar. Yarın da gazetelerde büyük başlıkla kaçırıldığı yazacak."
"Madem bu kadar ünlü sen neden torununu tanımıyorsun?"
"Gazeteciler, siyasiler, milletvekilleri... Açık hedeftir, öldürülmek istenirler. Adam besbelli ki gözlerden uzak tutmuş kızını, torununu..."
"Kızının çocuğu yani?"
"Evet, öyleymiş," dedi. Nil'i kontrol edip tekrar bana baktı. O bakınca ben de Nil'e baktım, kirpiklerinin altından Yaman'a bakıyor, kızarıyordu. Şoför de kızın bakışlarını fark edip göz kırpınca Nil kıkırdayıp önüne döndü. "Adamın tek kızı var, evli ve çocuklu gördüğümüz gibi. Ben kızı olduğunu bile bilmiyordum. Dediğim gibi, ailesini korumak için gözden uzak tutuyormuş..."
Gerçeği kelimelerle gözler önüne serip, "Ama koruyamadı," dedim.
Elini kısa saçlarının arasından geçirip huzursuzca baş salladı. "İstanbul Emniyeti şu an kızı aramaya başladı. Birkaç gün içinde tüm ülkede aranacak." Düşüncelerini dinliyormuş gibi duraksadı. "Bunu bir gören olduysa biz bittik Karmen. Yakın çevredeki kameraları hallettik fakat görgü şahidi olursa... Ya da en basitinden babası bu yaptığını gördüyse derhal eşkâlin verilir, hakkında arama kararı çıkarılır." Ümitsizce nefeslendi. "Kızın babasını bilmiyorum ama dedesi çıldırmış durumda, araya siyasileri sokmuş, emniyet duruma öncelik vermiş halde."
Kuru kuru gülümsedim. "Daha fazla kötü haberin var mı?"
"Adamın arası sadece siyasilerle iyi değil. Yer altı dünyasından da ahbaplıkları vardır." Korkuyla kollarımdan tuttu. "Bizi öldürecekler!"
Kaşlarımı kaldırdım. "Ne zamandır bu kadar korkaksın?"
Yaman içeriden, "Ben tanıdığımdan beri öyle," diye seslendi ve akabinde Nil, hiçbir şey anlamadan kıkırdadı.
Gece nefesini tutup başını öfkeyle salona çevirdi ve bana tekrar dönünce, "Şunu öldürebilir misin?" diye sordu, çok ihtiyacı varmış gibi.
Onun ellerini kollarımdan çekip düşünebilmek için biraz uzaklaştım. Babası beni görmüş olsaydı en başından kaçırmama izin vermezdi. Arabasına atlar peşimize düşerdi, böyle olmadığı için bu şıkkı eliyordum. Başka birisi görmüş olabilirdi, fakat arabayı her zaman parkın hemen yanına çekerdim ve park çok kalabalık olmazdı. Birisi gördüyse yine o an müdahale ederdi. Benim çocuğum sanıp müdahale etmemiş olabilirlerdi, televizyon ekranında kızın fotoğrafı yayımlanınca beni tanıyanlar çıkabilirdi. Fakat kimse görmemiş de olabilirdi.
Bir daha Gece'ye bakarak, "Kızın fotoğrafları ne zaman servis edilir?" diye sordum.
Soruma odaklanması birkaç saniyesini aldı. "Haber bültenlerinde," dedi. "Birazdan."
Salona girdim, televizyona yaklaşıp kumandayı aldım. Haftalar sonra ilk kez televizyonu açıp bir haber kanalı aradım. Bir reklam kuşağının ardından başlayan haber bültenini gördüğümde koltuğa oturdum. Gece, odanın kapısı önünde dikilip endişeyle bana bakarken, Yaman'ın koltuktan kalktığını gördüm. Gece'nin yanından geçip koridora çıkarken, ona yandan yandan baktı ve bunun karşılığında Gece onun arkasından ilerleyerek, "Ne aptalsın," diye söylendi.
Ayağımla parkede ritim tutarken göğüs kafesimin hızlı şekilde yükselip alçaldığını fark ettim. Sadece birkaç dakika sabırsızca beklemem gerekti. Şaşkın şaşkın etrafına bakan Nil'i izlerken, spikerin, "Şimdi yayınımıza, bizlerin de çok sevdiği bir gazeteciden gelen üzücü haberle devam ediyoruz," deyişini duydum. Koltuktan kalktım ve televizyona yaklaşıp daha dikkatle izledim. "Duayen gazeteci büyüğümüz Edip Akşın'ın torunu, bugün öğlen saatlerinde, çocuk parkından kayboldu. Henüz kimsenin görgü tanığı olmadığı kaybolmayla ilgili kaçırılma şüphesi ortaya çıkarken, İstanbul Emniyeti ayağa kalktı. Gazetecinin çok üzgün ve öfkeli olduğu bildirildi..."
Haber spikerinin ardından bant kaydı araya girdi ve ekranda bir anda Nil'in fotoğrafı görünmeye başladı. Gülümsediği esnada çekilmiş fotoğrafına odaklandığımda Nil'in paytak adımlarıyla koştuğunu gördüm ve televizyona kadar yaklaşıp elini ekrana dokundurdu. "Nil, Nil..."
Kendisini ekranda görmek ona bir çeşit oyun gibi gelmiş olmalı ki, sesli gülerek bana çevirdi başını. "Evet, sensin o... Komik değil mi?"
Kıkırdayıp ekrana bir daha baktı ve sonra, "Babanın cebinde," dedi neşeyle.
Neşesinde tekrar Karina'yı gördüm ve yüreğim ufalanırken, "Ney babanın cebinde?" diye sordum.
“Fotoğyafım.”
Neşesinin benzerliği kalbimi öyle çarptırıyordu ki, neyden bahsettiğine odaklanamıyordum. O anda istediğim tek şey ona yakın olmaktı. Benim olup olmadığını umursamadan. Daha da yaklaşıp ellerinden tuttum ve kendime çekip kalbime yasladım. Hissi, kalbime yaslanan ağırlığı tanıdık geldi ve başımı boynuna koyup sırtını sıkıca kavradım. Nil donuk bir tepki verip hareket etmeden dururken, gözlerimi sımsıkı kapatarak kokusunu içime çektim. Bu kokuyu ne kadar özlediğimi hatırlayınca deliye döndüm ve defalarca, "Seni çok özledim," diye fısıldadım. "Seni çok çok özledim kızım. N'olursun benimle kal, sana bu kez çok iyi bakacağım. Seni bu kez koruyacağım, lütfen benimle kal kızım..."
"Karmen," dedi bir ses ve sonra Gece'nin Nil'i yumuşakça benden çektiğini hissedip gözlerimi açtım. Nil'i kucaklayıp kaldırırken bana kaygı dolu gözlerle bakıp, "Kızı korkutuyorsun," dedi alçak tondaki sesiyle. Sonra gülümsemeye çalışıp Nil'e döndü. "Çikolata ister misin?"
Oturduğum yerden hızlıca kalktım ve Gece, diğer elindeki çikolatayı Nil'e uzattığı sırada, "Korkutmuyorum," dedim. "Benim kızım," dedim. "Ben yediririm çikolatasını."
Elindeki çikolatayı aldım ve kucağımdaki Nille beraber koridora çıkarken, Gece bakışlarını üzerimde tutmaya devam etti. Koridorda ilerleyip yatak odama girince, gözlerim Nille birleşti ve onun kirpiklerinin ıslandığını gördüğümde adımlarım durdu. Birbirimizin yüzüne baktık ve onun kirpiğindeki damlalar yüzüne akarken elimdeki çikolatayı düşürdüm. "Neden ağlıyorsun?" diye fısıldadım, karanlığımın içinden.
"Çiş yaptım," dedi ve sonra diğer gözlerinde de damlalar düştü. Küçük hıçkırık sesleri çıkararak ağlamaya başladı. Bir an onu korkuttuğumu, incittiğimi sanmıştım. Fakat altına işemesinin verdiği içten bir mahcubiyet yüzünden ağlıyordu. Onu derhal yatağın üstüne koydum ve çikolatayı küçücük elinin içine koyup, "Yapabilirsin, lütfen ağlama," diye telaş yaptım.
Başını eğip bacaklarına baktığında doğrulup odadan çıktım, Karina'nın odasına girip kıyafet dolabını açtım. İçinden temiz bir eşofman takımı alırken ellerim titremeye başladı, gözlerim dolu dolu bakıyordu. Duraksamamı önleyen tek şey Nil'in beni beklemesiydi. Kıyafetlerle odadan çıktım ve yatak odasına döndükten sonra yatağa çıkıp Nille konuştum. "Sen giyebilir misin?”
Ağlayarak başını salladığında burnumu çekip üzerindeki montu çıkardım. Ardından eşofman takımını nazikçe çıkardım ve kıyafetleri ona verip giyinmesi için arkamı döndüm. Mahremiyetine saygı duymam lazımdı.
Kirli kıyafetlerini sepete bırakıp döndüğümde ellerinin gözyaşlarını silmek için yüzünde dolaştığını gördüm. Karşısına oturup gece lambasını yaktıktan sonra bıraktığım çikolatayı aldım ve ambalajını açıp biraz kırdım, onun ağzına yaklaştırıp, "Ye güzelim," dedim. Ağzını uzatıp çikolatayı yerken ki sevimliliği gözyaşlarım arasından gülmemi sağladı ve saçlarını okşayıp, "Sen bunu ye, ben sana yemek yapayım," dedim.
Çikolatasını yemekle ilgilendiği için ne dediğimi dahi duymadı ve az önceki sarsılarak ağlaması iç çekişlere döndü. Elime düşene kadar gözyaşlarımın yeniden özgür kaldığını anlamamıştım. Gece'nin telefon konuşmasını duydum ve kelimelerini seçince, onun ilaçlarımın işe yaramadığı hakkında hekimle konuştuğunu duydum. Omzumu silkip Nil'e döndüm ve bana kaldırdığı gözlerinin masumiyetiyle irkilip savunmasızca, "Ne yaptığımı bilmiyorum," diye fısıldadım. "Ama Karina, seni seviyorum."
Arkamdan bir ses, "O Nil," dedi. Tıpkı hastanede yanlış bir şey söylediğimde beni uyaran hemşireler gibi.
Odamın kapısında dikilen Gece'ye bakıp tekrardan Nil'e döndüğümde, ağlıyormuşum gibi titrek bir iç çektim. Nil'in saçlarının yumuşaklığı çok güzeldi. Saçlarını taramak istiyordum. Nil ya da Karina... Ben sadece bu hissi seviyordum, bu hissi istiyordum. Yanımda olması için çırpınıyordum. Onun arkasından kaç gözyaşı döküldüğünü düşünürken aklıma Karina'yı kaybettiğim o çaresiz günler geliyordu ama buna rağmen karşımdaki bu küçük kızı bırakmak istemiyordum. İstediğime sahip olabilmek için bir trajediye sebep oluyordum.
🎠
İki tam gün sonra.
Ucunda ölüm yok ya diye başlamayacak hiçbir cümlen,
Artık yaptığın her şeyin ucunda ölüm var.
Karina'yı kaybettikten sonra hayatım ikiye bölündü. Nerede, ne yaptığımı bildiğim zaman ve Karina yanımdaymış gibi hissedip zihnen hastalandığım zaman. İkisine de alışkın şekilde aylardır hayatta kalmıştım fakat iki gün önce Nil, yatağımda uyandığından beri her şey değişmişti. Bir an için o Karina olup kalbime dokunuyordu, bir an sonra da gerçeklik yüzüme tokat gibi çarpıyor ve o Nil olup hayatıma, izlerime dokunuyordu.
Ona bakıyor, besliyor, konuşuyordum. Bana yakınlık göstermiyordu, yalnızca babasının ne zaman geleceğini sorarak kapıyı gösteriyordu. Onu ailesine teslim edebilirdim ama yapmayacaktım. Zaten henüz kimse çıkıp onu kaçırdığımı gördüğünü söylememişti. Kimse Nil'in burada kaldığını bilmiyordu. O da yakında bana alışacak, benimle yakınlık kuracaktı. Birbirimize iyi gelecektik.
Nil'in parkede ses çıkaran adımlarını duyduğumda perdeyi çekip ona baktım. Gözlerinin uykulu baktığını gördüğümde eğilip nazikçe kucakladım ve başı omzuma düşerken, "Babam gelmiyoy," dediğini duydu kulaklarım. Sanki birisi ona baban gelip seni alacak, demiş gibi sürekli babasını soruyordu.
Odaya geldiğimde yatağa oturdum ve başının altına yastık çekip onu koyduğumda, ayaklarını bana doğru iterek geriye çekildi. "Küstüm," diyerek elini yanağının altına koydu ve yan dönerken gözleri ıslanmaya başladı. Telaşlanıp, "Küstün mü?" diye tekrarladığımda ağlaması şiddetlenmeye başladı. "Ama neden? Sana iyi davranmıyor muyum?"
Bu kez bağırarak ağlamaya başladığında ellerim panikle titredi. Aç değildi, altına yapmamıştı. O halde neden ağlıyordu? Tabi, ailesini istediği için... Ben n'apıyordum? Bu küçük bebeği tıpkı Karina'm gibi annesinden çekip alıyordum. Karina'nın çektiği acıyı çekiyordu. "Lütfen ağlama, n'olursun bir dakika bile daha fazla ağlama... Tamam, götüreceğim seni..."
Onunla ağlarken avuçlarımı yüzüme kapattım ve o kadar yüksek sesli ağladım ki, Nil'in bağırtıları daha da şiddetlendi. Onun canının yanmasından korkup ellerimi yüzümden çektim ve sessizleşmeye çalışıp içimden hıçkırdım. Elimi, dışarıya doğru hıçkırmamak için ağzımın üzerine kapatırken gözlerim acıyla küçüldü. "Çok aptalım, sana sahip olabileceğimi düşündüm... Ama benim kızım öldü, sen bana ait değilsin ki... Keşke benim olsan, keşke sevsen beni... Seversin belki ama şimdi ağlıyorsun, ben dayanamam ki ağlamana. Tek isteğim sana iyi bakmaktı, zarar görmemendi. Çok bencilim, affet... Nil, affet beni. Kızım sen de affet beni... İkinizin de ağlamasına sebep oldum."
Kalktım ve sanki artık burada yaşıyormuş gibi dolaba astığım montu çıkarıp yatağa döndüm. Onu nazikçe yastıktan kaldırırken, gözlerini odaklamaya çalıştığını görüp, "Senin için ne iyiyse onu yapacağım," dedim, beni anlayabilirmiş gibi ciddiyetle. "Ağlama daha fazla. Kahroluyorum."
Yumruğuyla gözünü sildiğinde, montu kollarından geçirdim ve fermuarını kapatıp onu yataktan indirdim. Üzerimde yüksek bel, bol paça pantolon ile omuzları düşük kazak vardı. Bir şey almayı, Nil'e montunu giydirirken akıl ettim ve oversize deri ceketimi alıp üzerime geçirdim. Nil iç çekerken hazırlanmama odaklandı, bu da dikkatini dağıtıp ağlamasını önledi. Onu kucaklamak için eğildim ve belinden, bacaklarının arkasından tutup kucağıma koyarken, "Bu kıyafetler senin olsun, seninkiler de burada kalsın," dedim rica eder bir sesle. "Olur mu?"
Kendisine, belki de montuna doğru sarılarak, "Montum," dedi.
Gözyaşları içinde gülümsediğim için kirpiğim gözümün içine batıp acıttı. "Yok, o senin. Almayacağım."
Düşmemesi için sırtından tutup koridora çıktığım vakitte sokak kapısının kilidi döndü. Nil'in omzu üzerinden ileriye bakınca Gece'nin, arkasındaki şoförü Yaman'a kızarak eve girdiğini gördüm. Kafasını kaldırıp bizi hazırlanmış durumda görünce sorgular bir ifadeye büründü. "Nereye böyle?"
Ne kadar ağladığımı göstermemek için Nil'in omzuna eğildim. "Nil'i emniyete götürüyorum."
Gece'den şaşkın bir soluk çıktı ve kapıyı kapatıp eve girerken, şoförü ellerini ceplerine koyup onu takip etti. "Sen... Çok kararlıydın, n'oldu birdenbire?"
Kirpiklerimin altından bir daha Nil'in ıslak gözlerine baktım. "Ağladı."
Gece eğilip Nil'e yakından bakarken dudaklarını üzgün şekilde aşağıya büktü. "Ben sana o kadar dil döktüm, etkilemedi fakat o ağlayarak fikrini mi değiştirdi?"
"O ağlamasın. Ben bir süre daha ağlarım." Ölene kadar. Yani gerçekten bir süre.
Gece'nin yanından geçmek için hareket ettiğimde önce şoförü, "Bunu yapmamalısın," diyerek başını bana kaldırdı ve sonra Gece kolumu tutup beni durdurdu. "Karmen, yapma."
Her ikisine de anlamsızca baktım. "Neden yapmayayım? Gece, sen değil miydin defalarca kez onu polise teslim etmemizi söyleyen?"
Arkadaşım önüme geçip Nil'i kucağımdan aldığında ve götürüp şoförünün kollarına verdiğinde, Yamanla birlikte ben de şaşırdım. "Gel," diyerek beni salona çekti.
Nil'i kontrol ettim ve henüz yeniden ağlamadığını görüp salonun ortasında durdum. Gece üzerindeki kahverengi trençkotunu çıkarıp koltuğa bıraktı ve omzumun üzerinden Yamanla Nil'e baktıktan sonra gözlerimi izledi. Yüzünde, yorgun ve endişeli olduğu için günlerdir makyaj yoktu. Mimikleri korku dolu görünüyordu. Ağzını açıp da, "Nil'i sen değil, ben kaçırdım," diyene kadar neyden korktuğunu anlamadım ama bu kelimeler dudaklarından dökülünce sıçradım.
"Ne?" dedim.
Gözleri belime kaydığında silahımı kontrol ettiğini anladım. Yanımda değildi. Evde Nil olduğu için kasaya kilitlemiştim. "O gün, kızı kaçırıp kollarının arasına koyan bendim," dedi.
"Siktir git oradan," dedim, şaka gibi geliyordu.
"Bu yüzden hatırlamıyorsun. Çünkü sen yapmadın." Koltuğun kenarına oturup gözlerini boşluğa dikti ve bakışları kısıldı. Nasıl yaptığını hatırlayınca irkilip başını iki yana salladı. "Seni o gün... Öyle gülümserken görünce bu deliliğe kalkıştım. Ertesi gün tekrar parka gittim. Kız ile babası oradaydı ve dediğin gibi adam kıza çok kötü davranıyordu Karmen... Gerçekten kız için üzüldüm, bir süre durup onu izledim arabanın içinde..."
"Ya sonra?"
Tekrar bana baktı. "Birkaç dakika sonra Nil parktan uzaklaşmaya başladı, adam bunu fark etmedi bile... Arabadan inip kızı takip ettim, sokağın köşesindeki pamuk şekerciye doğru gittiğini gördüm. Adam hâlâ kızın yokluğunu fark etmemişti, bankta oturmuş, telefonuyla uğraşıyordu. Sonra... Nil'in yanına yaklaştım, ona pamuk şekeri alıp uzattım." Suçlulukla inledi. "İlk almadı, ona gülümsemeye, konuşmaya başlayınca biraz sonra şekeri aldı. Yaman arabayı yanımıza kadar çekmişti, Nil'i kucağıma aldığımda babasını kaybettiği için baba baba demeye başladı, ben de ona babana götüreyim deyince benimle bindi arabaya..."
Bu oyunculuk karşısında saygı duruşuna geçmeyi düşünerek Nil'i gösterdim. "Sizi tanıdığı için mi Yamanla sana öyle kıkırdadı geldiği gün?"
Korkuyla yutkunup başını salladı ve ardından, "Gidip söyleyemezsin," diye fısıldadı. Gözleri utançla doluydu. "Çocuğu kaçıran benim. Senin bir suçun yok."
Koltuğa doğru çökerek ateş basan ellerime baktım, onları dizlerime koyup, "Neden yaptın?" diye sordum.
"Seni ilk kez gülümsüyorken görmüştüm. Mutlu olmanla mutlu olmuştum. Aptallık o ya, bu bebeğin hayatını değiştireceğini düşündüm..." yıkılmış gibi omuzlarını düşürdü. "Şimdi senin bir suçun yok, benim gidip teslim olmam gerekiyor."
Cehennemde yanacağız, gerçekten.
"Bana, uyku ilacı mı vermiştin?" diye sordum.
Bakışlarını kaçırdı.
"Kamera kayıtlarını da almaya hiç gitmedin değil mi? Zaten daha önce kamera kayıtlarını ortadan kaldırmıştın?"
Başını salladığında kelimelerimin onu bu noktaya getirerek canını ne kadar çok yaktığını, onu bunu yapmaya ittiğini fark ettim. "Ben zaten seni etkilemek için, bunu beraber yapmamız için seni o parka götürdüm, isteyerek manipüle ettim ama... Bunu yalnız yapacağını düşünmedim Gece." Yalnızca kendi suçu olduğunu düşünmesi saflıktı. "Bu benim suçum. Sen yalnızca etkim altında kalarak hareket ettin..." çekingen şekilde eline dokundum ve sonra sertçe sıktım. "Beni sevdiğin için kolayca etkim altına girdin. Bu benim suçum."
"Hayır," diyerek elimi iki eliyle birden tuttu. "Ben kaçırdım. Sen defalarca yapabilirdin ama yapmadın, ben yaptım. Ve utanmazca suçu senin üstüne yıktım, sana oyun oynadım... Benim emniyete gidip yapmam gerekeni yapmam lazım."
Koltuktan kalktığında hızla doğrulup önünü kestim ve bir yere gitmemesi için kollarından kavrayıp, "Gitmene izin verecek değilim," dedim.
"Ne yapacağız o zaman?" dedi gözlerindeki suçlulukla. "Ben seni göndermem, sen de beni..."
Yaman arkamızdan, "Benim gidecek halim yok ya," dedi.
Arkamı döndüm, onun üzerine birkaç adım giderek, "Arabayı kullanan sensin, üçümüz de suçluyuz," dedim.
Suçlu olmakla alakalı bir kaygısı yokmuş gibi dudak büktüğünü gördüm ve Gece yanımdan süratle geçip koridora çıktığında onu durdurmak için ilerledim. Fakat Yaman benden önce davrandı ve yanından geçerken Gece'nin kolunu kavradı. "Hiçbir yere gitmiyorsun," dedi.
Gece bu şekilde davranılmasını beklemiyormuş gibi Yaman'a bakakaldı ve sonra geri adım atıp kolunu çekerken, "Sana neyse," diye fısıldadı.
"Suç ortağınım," dedi Yaman sadece.
Koridora çıkıp Yaman'ın tuttuğu Nil'i aldım ve onunla odaya giderken sessizce nefes alıp verdim. Nil olmadan zaten gidemezdi. Benim de gitmeme izin vermezdi. Odaya girince Nil'i yatağa bıraktım ve düşünceli şekilde saçlarını okşadım. "Seninle ne yapacağım ben güzel kızım?"
Düşünüp durdum, neredeyse deliye döndüm. Ne yapacağımdan emin olmam bir saatimi buldu ve Nil, yatağımda uyuyakaldığında bu çaresizliği bir karşılığa çevirmek için yataktan kalktım. Dolabıma ilerleyip iki kimliğimden asıl olanı aldım ve cebime koyup odadan çıkarken bir daha Nil'e baktım. Yatağın ortasına çekip üzerini örttükten sonra iki yanına da düşmemesi için yastık koyup alnının üstünü terleten saçlarını çektim. "Belki birbirimize ihtiyacımız vardır Nil, bizim birbirimize ihtiyacımız vardır..."
Yanından uzaklaşıp odadan çıktım. Sesleri mutfaktan gelen Gece'ye bakmak için başımı mutfak kapısına çevirince, onun gelirken marketten aldıkları eşyaları dolaba yerleştirdiğini gördüm. Yaman, elinde kırmızı bir elmayı ısırarak arkasından onu izliyordu. Benim geldiğimi fark edince bakışlarını çevirip önüne döndü ve Gece doğrulup beni görünce, "Bir yere kadar gideceğim," dedim. "Nil'i sık sık kontrol et olur mu?"
Şüpheyle, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.
Sokak kapısını açıp ayakkabılarımı giyerken, "Ne zaman döneceksin peki?" diye sordu bu kez, kafasını mutfaktan kapısından çıkararak.
"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. Bir saniye sonramdan bile emin değildim. Yapmayı arzuladığım o şeyi, yolun yarısındayken bırakıp bir ağlama krizine girebilirdim ve sonra ne yaptığımın farkına varıncaya kadar ağlardım.
Asansörü çağırıp indim. Otoparka bıraktığım arabamı bulup çalıştırdım ve caddeye çıkınca, yerini hatırladığım il emniyetine ilerledim. Ellerim direksiyonu çok umursamazca, her an bırakmak istiyormuş gibi tutuyordu. Çünkü bilinçaltım ölüm düşüncesiyle hareket ediyordu.
Arabamı, İstanbul Emniyet Müdürlüğünün açık otoparkına park ettim ve inip emniyet binasına ilerledim. İçeriye girdiğimde büyük binanın içindeki kalabalık karşısında başım döndü. Bir polis sireninin sesi de bahçedeki arabadan yükselip binanın içine sızdı. Bu sesten nefret ediyordum, bana Karina'nın öldüğü günü hatırlatıyordu. Başımı sağa sola çevirip görgü tanıklığı yapmak için nereye başvuracağımı aramaya çalıştım ve tabelaları takip edip asansöre bindim. Dört kat yukarıya çıktım.
Üniformalı polislerin olduğu koridora girdim ve kafamı sürekli telsiz seslerine çevirerek yürüdüm. Biraz sonra emniyet müdürünün kapısına bakarken buldum kendimi ve birkaç dakika boyunca oraya baktığım için bir polis memuru yaklaşıp, "Yardımcı olabilir miyim?" diye sorduğunda bunu normal buldum.
"Emniyet müdürüyle görüşebilir miyim?"
Sorum her nedense garipsendi. "Ne için?”
"Görgü tanıklığı yapacağım."
Gözleri anlaşılmadığımı ifade eden bir tavırla kısıldı. "Neyi gördünüz?"
"Kayıp ihbarıyla alakalı."
"Anlıyorum." Koridor sonundaki asansörleri gösterdi. "Bir kat aşağıya inip kayıp büroya ifade verebilirsiniz."
Baş salladım ve bir şey demeden asansöre yürüdüm. Geldiğim asansörle bir kat inip koridordaki yazıları takip ettim, kayıp büro ofisini bulup kapısının önünde durdum. Kapı aralıktı, içeriden yine telsiz sesleri geliyordu. Başımı içeriye uzatınca karşılıklı duran iki ayrı ahşap masa gördüm. Biri sivil, diğeri üniformalı polis o masalarda oturuyordu. Birisi koltuğunu arkaya itip kalktığında beni fark etti ve masasındaki bir evrağı alırken, "Buyurun?" dedi.
"Bir ihbarda bulunmaya geldim, beni buraya yönlendirdiler."
"Öyle mi? Ne hakkında?"
Telaşlı görünerek, "Dün akşam televizyonda gördüğüm bir kayıp ihbarı hakkında," dedim. "Bir küçük kızın kayıp olduğu söyleniyordu, haberi öylesine izliyordum ama bir anda ekranda kızın fotoğrafı verilince... Şaşırıp kaldım, çünkü onu görmüştüm."
Polis memuru masadan kalkıp diğer masadaki arkadaşına bir göz attı ve sonra bana dönerken, belindeki rozeti gözüme çarptı. "Hangi küçük kız?"
"Adı Nil, hatta buraya gelene kadar haberi birkaç kez daha izledim..." neden izlediğimi de açıklamam gerekir diye düşündüm. "Emin olabilmek için."
"Emin oldunuz mu?" diyerek telsizi eline aldı memur. "Bu soruşturmayla alakalı birçok görgü tanığı arıyor, ya da sizin gibi gelip ifade veriyor."
Birileri Gece'yi mi görmüştü? Neden bu kadar çok tanık vardı? Bunu doğru şekilde nasıl soracağımı birkaç saniye düşündüm. "Aa, öyle mi? Bende onlardan birisiyim demek ki."
Memur masasına ilerledi ve kablolu telefonda bir tuşa basarak telefonu kulağına yasladı. "Ailesi, kızlarını bulan kişiye beş milyon lira vereceğini söylediği için çok fazla ihbar alıyoruz, maalesef birçok bilgi de yanlış çıkıyor." Bunları bana söyledikten sonra elindeki telefona odaklandı. "Müdürüm, Edip Akşın'ın torunu hakkında bir görgü tanığı daha var," dedi hızlıca.
Memur cevap aldıktan sonra, "Odamda," dedi. "İfadesini almadan mı?" Onaylamadığı bir şey olmuş gibi kaş çatıp sonra baş salladı. "Peki, getiriyorum."
Telefonu kapattı ve yanıma yürüyüp, "Emniyet Müdürünün yanına çıkalım," dedi. "Buyurun."
Dışarıya, polisin önünden çıktım. Asansöre benimle girerken, "İfadenizi alacağız," diye açıkladı. "Fakat önce aileyi beklememiz gerekiyor."
Meraklıymış gibi, "Aile karşısında mı ifade vereceğim?" diye sordum.
"Normalde öyle olmaz," dedi ve asansör durunca hızla çıktı. "Fakat Edip Bey, müdürümüzün bir ahbabıdır, aile görgü tanığını da görmek istiyor."
Yumruklarımı yanımda sıktım. Kimse Karina için bu kadar seferber olmamıştı. Sahip olduğun mevki yaşamının ne kadar değerli olduğuna karar veriyordu.
Memur müdürün kapısını tıklattığında buraya kadar yürüdüğümüzün bile farkında olmayarak irkildim. Memurun arkasından içeriye girdiğimde büyük odanın içinde buldum kendimi. Müdür, elindeki telefonu kapatıp, "Buyurun hanımefendi," dedi bana. Üzerinde siyah, armalı bir takım vardı. Arkasındaki Türk bayrağı ile Atatürk resmine bakıp endişeli halde koltuğa oturdum. "Kızın ailesi yola çıktı. Arkadaşım Edip birazdan burada olur, çocuğun annesi ile babası da... Çok endişeliler, lütfen onlara gördüklerinizi anlatın. Yanlış bilgiler değil." Ayaktaki polise döndü. "Arkadaşın kimlik bilgilerini aldınız mı?"
"Henüz değil." Polis bu kez bana döndü. "Adınız neydi?"
"Karmen," dedim ve ceketimin cebinden kimliğimi çıkardım. Polis kimliğe yarım dakika kadar bakıp, "Ne zamandır Türkiye'desiniz?" diye sordu. "Müdürüm, hanımefendi İtalyan."
Müdür, "Hanımefendinin siciline bakalım," dedi. Araya lafı girince polisin sorusuna cevap vermedim.
Memur kimliğimle odadan çıktığında dizlerim arasına sıkıştırdığım ellerimi izledim. Dizlerim ellerime öyle baskı yaptı ki, az sonra parmaklarımın beyazladığını görüp kendime iç çektim. Müdür bir telefona daha bakıp kapattıktan sonra, "Gördüğünüzün Nil olduğuna emin misiniz?" diye sordu sıkıntılı bir sesle. Azami saygı sınırını koruyarak samimi bir ton kattı sesine. "Aileyi yanlış bir haberle heveslendirmeyelim. Çok fazla bilgi kirliliği var."
Ürkmüş görünüp, "Ben de hâlâ inanamıyorum," dedim. "Haberlerde bahsettiğiniz o parktan geçerken gördüm."
Birkaç dakika daha geçti ve kapı tok sesle tıkladı. Az önceki sivil polis içeriye girerek, "Baktım müdürüm," dedi. Karşıma kadar gelerek kimliğimi bana uzattı. "Hanımefendi üç buçuk yıldır ülkede ve sicili temiz."
Karina ile ilgili tüm suç duyurularımı Leila ismimle vermiştim. İtalya'dan Türkiye'ye geldiğimde bağlantılar kurarak sahip olduğum sahte kimliği kızımı korumak için hayata geçirmiştim fakat bugün, tüm çabalara rağmen ona sahip değildim.
Kimliğimi cebime koyarken memur müdüre döndü. "Ailesini beklememiz şart mı?"
"Elbette canım! O kadar merak ediyorlar."
Her kayıp çocuk için aynı hassasiyeti gösteriyorlar mıydı acaba?
Telsiz sesini duyunca gözlerimi yumdum. Karina'yı ararken telsiz ve siren seslerini o kadar duymuştum ki, şimdi hepsi acı içinde atılan çığlıklar gibi hissettiriyordu.
Kapı sertçe tıklatıldığında başımı sağa çevirdim. Emniyet müdürü ayağa kalkıp kapıya kadar ilerledi ve içeriye geniş omuzlu, orta yaşlı bir adam girdi. Sırtımı istemsizce dikleştirdim ve Edip Akşın, emniyet müdürüyle el sıkışıp hararetli şekilde, "Emin miyiz Cihan’cığım?" diye sordu.
Cihan isimli müdür beni gösterdi. "Hanımefendi bize yardımcı olacak."
Dikkatimi Edip Akşın'a veriyordum ki, onun arkasından bir çiftin içeriye girdiğini gördüm. Erkek olan tanıdık yüzü ile direkt dikkatimi çekti. Nil'in babasıydı. Omzunun altında, yirmili yaşlarında görünen genç bir hanımefendiyle içeriye girerken ona, "Sakinleş artık canım," diyordu.
Adamın yüzünde endişe ve merak duygusu görmeyi bekledim lakin tahmin ettiğim gibi bu duygulardan iz yoktu. Adam kafasını yanındaki kadından çevirip önüne döndüğünde bir saniyeliğine göz göze geldik ve tek kaşının yukarıya doğru kalkıp dudaklarının seğirmesini gördüm. Tepkisi, ondan nefret ettiğim için mi beni rahatsız etti yoksa gerçekten gülüyor muydu anlam veremedim ve yanındaki kadının bana baktığını hissettim.
Nil'in annesi.
Adama kıyasla çok yorgun ve üzgün görünüyordu. Upuzun sarı, parlak saçlar siyah kabanının üzerinde göze çarpıyordu. Dar omuzlu, uzun boylu bir kadındı. Kirpikleri, Nil'in yüreğime değen kirpikleri kadar uzundu ve ıslanmış, birbirine yapışmıştı. O an bu kadınla, onun dahi bilmediği bir gönül bağı kurdum ve ilk kez samimi şekilde üzgün baktım.
"Edipciğim, otur lütfen," dedi müdür ve Edip Bey karşımdaki koltuğa oturunca müdür bu kez Nil'in annesi ile babasıyla el sıkıştı. "Nalancığım, ne kadar perişan olmuşsun yavrum”
Kadın koltuğa otururken, eşi de yanındaki yerini aldı ve Nalan'ın gözleri bana çevrilip, "Kızımı gören siz misiniz?" diye sordu.
"Annesi misiniz?"
Derhal, "Evet," dedi, koltukta kayarak yüzüme yakınlaştı. "Kızımı nerede gördünüz? Doğruyu mu söylüyorsunuz? Bu yedinci kez emniyete gelişim, birçok kişi onu gördüğünü söylüyor ama hiçbirinin arkasından bir şey çıkmıyor."
"Evet," dedi yanındaki adam, Nalan'ın sırtını okşarken. "Dürüstlüğünüz çok önemli. Nerede gördünüz kızımızı?"
Adamın yapaylığı karşısında yaşadığım kısa sürekli şoku kontrol edip emniyet müdürüne baktığımda, başını sallayarak, "Anlatın lütfen," dedi.
Edip Akşın'ın dik bakışlarını üzerimde hissedip kendisine baktım. Oturuşundan, iri elleriyle koltuğun iki yanını kavrayışından, kurmak istediği hakimiyetten bile karakteri hakkında o an birkaç fikre sahip oldum. Çok otoriter ve sert görünüyordu. İnce, fit ve takım elbiseli bir adamdı. Elli yaşında ya vardı ya yoktu, genç değildi. Dudakları, yüzündeki somurtkanlığın en belirgin olduğu yerdi, hiddetle nefes alıp veriyordu. "Torunumu nerede gördünüz?"
Nil'in annesine döndüm ve umutlu gözlerini görünce, burada bağ kurduğum tek kişi kendisi olmasına rağmen ona da bakamadım. Yere doğru çevirdim gözlerimi ve bir daha bana dönmeyecek olan Karina'mı düşünüp, "İki gün önce, öğlen saatlerinde gördüm kızı," dedim. "Bir adamın kucağında arabaya biniyordu."
"Nerede?" diye derhal sordu Edip Akşın.
"Yeniköy'de," der demez Nalan heyecanla eşine dönüp, "Onu götürdüğün parkta orada," diye konuştu.
Edip Akşın homurdandı. "Bu bilgi zaten kamuoyuyla paylaşıldı. Parktan kaçırıldığı."
Nalan babasına doğru sitemle bakarken, yanındaki eşinin yüzünde mahcubiyet ifadesi oluştu ve başını önüne eğerek, "Her şey benim hatam," dedi.
"Hayır, kendini suçlama," dedi Nalan, onun elini sıkarak.
Kadının, adamın samimiyetine kayıtsız inanması karşısında gözlerimi kırpıştırmaya başladım. Çok aşık dahi olsa, nasıl görmezdi bariz olan yapaylığı. "Hayır canım, benim hatam," dedi adam, kafası önünde bir halde. "Eğer o gün parkta, düşen bir çocuğa yardım etmeseydim kızımızı gözden kaçırmazdım."
Edip Akşın gözlerini damadına çevirerek, "O halde etmeseydin," dediğinde ben söylenen yalanı düşünüyordum. O gün yaşananları bu şekilde izah ediyordu ama Gece böyle anlatmamıştı. Öyleyse adam neden farklı anlatmıştı? Kabahatinin görmezden gelinmesi için mi? Yoksa bu şekilde bir savunma onu daha masum ve vicdanlı göstereceği için mi?
"Lütfen anlatmaya devam edin," diyen sesi duyunca düşüncelerim arasından hızla çekildim ve âna dönerek uyum sağladım. "Adam nasıl birisiydi? Nasıl bir arabaydı?"
"Arabanın markası gözüme takılmadı," dedim, kafamda siyah bir araba hayal ederken. "Siyah bir arabaydı. Adam kızı arabaya yerleştiriyordu, sadece birkaç saniye gözüme takıldı zaten."
"Eşkâl çizimi için arkadaşı çağır," dedi müdür, polise ve memur derhal odadan ayrıldığında müdür bana döndü. "Adamın yüzünü hatırlıyor musunuz?"
Dün gibi aklımda...
"Biraz," dedim.
Müdür, arkadaşı olan Edip Akşın'a döndü. O sırada adamın bakışları tepeden tırnağa beni süzüyordu. Giyim kuşamım, kendisine göre alçaktaymış gibi yüz buruşturdu ve müdür arkadaşına bakarak, "Kişiyi derhal teşhis edebilir miyiz?" diye sordu.
"Sicil kaydı varsa Edipciğim, derhal savcılığa dilekçe verip arama kararı çıkarırız."
Kapı tıkladı ve polis memuru ile yanında bir polis odaya girdi. Müdür, yeni gördüğüm adama, koltuğa oturmasını söyledi ve memur oturarak bilgisayarını açtı. Müdür üniformalı polise, "Hanımefendinin tarif ettiği eşkâli çiz," dedi.
Emirden sonra adam direkt bana dönünce, diğer bakışlar da bana döndü ve dudaklarımdan dökülecek kelimelere kilitlendi. "Siyah, uzun saçlı bir adamdı," dedim. Elimi saçlarıma doğru kaydırdım. "Saçlarını ensesinde bağlamıştı. Yaşlı değildi, fakat genç de değildi... Deri bir ceketi vardı, altında ne olduğunu göremedim. İnce bir adamdı galiba, yüzü sakalsız ve temizdi..."
"Bekle," dedi benimle ilk irtibat kuran sivil memur ve bir adım öne çıkarak bana baktı. Elimi saçlarımdan çektiğimde parmaklarım arasında birkaç tel hissettim ve ona baktım. "Bu eşkâl zaten bizde yıllardır var... Müdürüm, kimden bahsettiği konusunda hemfikir miyiz?"
Emniyet müdürü derhal başını sallayıp Edip Akşın'a ve Nil'in annesi ile babasına döndü. "Eşkâl çok tanıdık birisi Edipciğim. Organ kaçakçısı bir örgütümüz var, onun lideri. Zaten yıllardır aranıyor."
Nalan, "Ne?" dedi tek solukta.
"Ah," dedi babası.
Edip Akşın ayağa fırladı. "Bulun bu adamı!" Diye bağırdı.
"Yalnız müdürüm," dedi memur, bana göz ucuyla bakarak. "Bu adam örgütün lideri, çocuğu kaçırdığına daha önce şahit olmamıştım. Adam için çalışanlar bunu zaten yapıyor..."
Nalan ağlayarak ayağa kalkarken, "Bu önemli değil," dedi. Eşi de onunla kalkıp kadının omzunu okşayıp, "Şşt," dedi. Kadın adama bakıp tekrar müdüre döndü. "Lütfen bulun bu adamı, lütfen..."
Müdür, sivil polise bir el işareti yaparak, "Derhal savcılıkla görüşelim, suç duyurusunda bulunalım," dedi.
Sivil memur komutla beraber odadan çıktı ve Edip Akşın ağlayan kızına bakıp ardından müdüre döndü. "Bu adamın sicil dosyasını ver bana, kimmiş, neler yapmış bakayım."
Müdür elini Edip'in omzuna koyup, "Ahbabım, sen de bu adamı tanıyor olmalısın," dedi alçak sesle. "Haberini dahi yapmışsındır. Bir sürü takma adı var, en bilineni Feda."
O ismi duyduğumda gözlerimi kan bürüdü ve onu öldürme hayali, gerçekleşmeyi isteyerek damarlarıma sızdı.
Anlatacaklarım bittiği için kendimi burada fazlalık hissettim. Göz ucuyla, eşinin boynunda ağlayan kadına baktım. Arkadan omuzları sarsılıyordu. Genzimi temizledim ve müdür, Edip beyle beraber odanın kapısına ilerlerken, adamla kadın da arkasından gittiler. Kadın, eşiyle beraber koridorda babasının ve müdürün arkasından ilerlerken bir an duraksadı. Başını arkaya çevirip odada dikilen bana baktı, gözleri ıslak ıslak, acıyla bakıyordu. "Teşekkür ederim... Adınız neydi?"
"Karmen," dedim.
"Teşekkür ederim Karmen," dedi bir daha.
Eşi sırtına dokununca kadın hıçkırarak önüne döndü ama bu kez adamın başı omzunun arkasında kaldı. Gözleri kısılarak baştan aşağıya beni süzdü ve yemin ederim ki dudağının kenarı kıvrıldı. Tekrar eşine dönüp onunla gözden kaybolunca, "Bu adam n'apıyor?" dedim fısıltıyla.
Buradan gidip gitmemek arasında kararsız kalırken, emniyet müdürü odanın kapısında göründü. "Ben artık gidebilir miyim?" diye sordum bir an önce yalnız kalmayı dileyerek.
Müdür, koltuğunu çekip otururken, "Henüz değil," dedi. Eliyle oturmam için koltuğu gösterdi. "İfadenizi bir daha alacağız. Yazılı ve sözlü olarak."
Koltuğa otururken, "Neden bir daha sözlü ifade vereceğim?" diye sordum.
"Kayıp kızın babasına."
Anlamadığımdan ötürü, "Verdim ya," dedim. "Kızın babası da dinledi."
"Hayır hanımefendi," diye düzeltti emniyet müdürü beni. "O beyefendi, Nalan'ın eşi, Nil'in babası değil."
Kafamda mantık açığı oluşturan her soru, büyük bir hızla cevap buldu ve dudaklarımın gerisinden tek hece bile dökemeden, kapı yeniden açıldı.
"Öz babası da geldi. Deren Ateş. Nil Ateş'in babası." Emniyet müdürü koltuğundan bir daha kalktığında, boşluğa tutunmuş gözlerimi sol omzumun üzerinden çevirdim. Önce siyah gömleğin sardığı geniş bir göğüs gördüm ve bakışlarımı içgüdüsel olarak yukarıya kaydırdım. Genç bir adamdı ve yüzüne baktığım an Nille benzerliği beni etkiledi. Saçlarının rengini annesinden alan Nil, yüzünün şekliyle tamamen babasına benziyordu. Kapkara gözler, karşısındaki müdüre yalnızca birkaç saniye baktı ve akabinde müdürün selamlaşmak üzere uzattığı elini bile sıkmaya vakit ayırmadan başını bana çevirdi. Ne için burada olduğumu bildiğinden tamamen bana odaklandı ve ben de ruhumu kaplayan ağırlıkla ayağa kalktım. Acısı derinde gözler alev alev yanarak bana yaklaşırken, "Görgü tanığı hanımefendi Deren Bey," dedi emniyet müdürü.
Onun kara gözlerine baktığımda nasıl bir yolda olduğumu bir daha fark ettim ve ölümün kendi ellerimden değil de hiç tanımadığım bu ellerden geleceği ihtimalini göze alarak yutkundum. Nil'in babası karşıma geçip, üzüntüden çökmüş bir yüzle ve katı bir ifadeyle bana bakarken, Deren, diye geçirdim içimden. Demek adı Deren'di.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...